BİR HASTANE MACERASI

Dün bir devlet hastanesinin dahiliye bölümünde randevum vardı.
Hastane ana-baba günü. Sıramı bekliyorum. Doktorun odasına giren, yaklaşık iki dakika sonra çıkıyor. Gözüm kapının üstündeki ekranda. İsimler hızla yukarı doğru çıkıyor ve sıra bende. Hemen dalıyorum içeriye ve şikayetlerimi hızlı hızlı sıralıyorum zira çok az vaktim var. Doktor, genç bir bayan. Oturduğu yerden kalkmıyor, suratı bir karış. Ne bir tansiyon ne bir stetoskop aleti ne de eski doktorların yaptığı gibi elle muayene… Modern tıpta teşhisi doğru koyabilmek doktorun değil, test cihazlarının marifeti artık diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Çünkü az sonra doktorun benden çeşitli testler isteyeceğini sanıyorum. Genç doktor ‘’şikayetleriniz benimle ilgili değil’’ deyiveriyor, ben böyle kendimle konuşarak en kıymetli iki dakikamı harcarken. Nasıl yani! Oysa oraya gidiş nedenim, özel bir hastanede aynı şikayetlerle muayene olduğum dahiliye doktorunun benden tomografi istemesiydi. Özel hastanede tomografi ücreti ödememek için devlet hastanesine gidiyorum ve bir tarafta tamamen aynı şikayetlerle beni tomografiye yönlendiren, üstelik tansiyonumu ölçen, ciğerlerimi dinleyen ve benimle konuşan özel hastanenin yaşlı doktoru varken diğer tarafta oturduğu yerden kalkmayan, soru sormayan, konuşmayan, yönlendirmeyen, bitkin, bezmiş üstelik genç bir devlet hastanesi doktoru var.
Durumu anlatıyorum bu genç doktora. Tomografi isteyemeyeceğini ama ultrason isteyebileceğini söylüyor. Eğer ben istersem… Yani seçim benim! Peki diyorum. Ultrason olsun. Odadan çıkıyorum ve bin bir kargaşanın içinden ve labirente benzeyen koridorlardan geçerek ultrason randevusu almaya gidiyorum. O gün 10 Haziran 2015. Memurun bana verdiği barkotta yazan tarih 24.11.2015. Yani 5,5 ay sonrası! Tepkimi ölçmeye çalışan memurun meraklı bakışı üzerimde. Durumun vahameti belli ki çok sık dile getirilmiş, memur tetikte. ’’Dalga mı geçiyorsunuz ‘’diye başlıyorum. Kan tepeme sıçramış artık. Sistem böyle!  Diyor memur, bütün sayıp döktüklerimden sonra. O hışımla doğru doktorun kapısına gidiyorum ve açıldığı anda dalıyorum odaya. O kadar sinirliyim ki, doktor afallıyor. Başlıyorum yine. ’’Bana niye kızıyorsunuz ki ‘’diyor, ‘’tarihle ilgili bir şey yapamam’’.
‘‘Peki o zaman söyler misiniz, madem şikayetlerim sizinle ilgili değil, hangi bölüme gitmeliyim’ ’diye sorunca ‘‘siz bilirsiniz’’ demiyor mu?  Allah’ım bu gerçek mi? Bunu sinirli tavrıma tepki olarak söylediğini düşünüyorum. Ama her ne durumda olursa olsun bir doktorun hastasına bu şekilde cevap vermesi anlaşılır değil.
‘’Neden tomografi isteyemiyorsunuz?’’ diye soruyorum bu defa. ‘’Çünkü ben yorumlayamam’’ diyor! ‘’Özelde kendi doktorunuza gösterecekseniz isteyeyim.’’ Sinirle karışık şaşkınlık anlarımın süresi giderek azalıyor. Tomografi için önümüzdeki seneye randevu verileceğinden artık emin olsam da ‘’peki, isteyin’’ diyorum. Bana soruyor; alt batın, üst batın, başka? ‘’Ciğerlerime de bakılsa iyi olur’’ diyorum. Toraks da istiyor.
Elime verdiği kağıtla, tomografi randevusu alacağım yeri buluyorum. Görevli memur kağıdı inceliyor ve’’ bekleyin, çağıracaklar ‘’diyor. Nasıl yani? Hemen, bugün tomografiye alınacak mıyım? ‘’Evet’’ diyor kadın. Şaşkınım, hem de nasıl. Doktorun odasında çıkardığım çıngardan mı hemen alınıyorum yoksa? İnşallah sebebi bu değildir diye düşünüyorum. Çünkü adalet herkese, her koşulda eşit mesafede durmalı, herkes için güven unsuru olmalı. Kaba kuvvetle, zorbalıkla ya da zorlamayla sağlanan adalet değil ayrıcalıktır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar